Bu metinin amacı, Japon Dış Politikasını çok genel hatlarıyla özetlemektir. Kabul edilmelidir ki, çok uzun bir dönemi birkaç sayfada özetlemek mümkün değildir. Bu sebeple, tarihsel sıralamaya uygun olarak metin üç kısma ayrılmıştır. Bu ilk metin 1945’e kadarki dönemi içermektedir. Ayrıca 1945-1952 arasındaki işgal dönemi ve ardından yaşanan ve 1990’a kadar süren pro-Amerikan politikalar ikinci bir metin olarak ayrıca incelenecektir. Üçüncü metin ise Soğuk savaş sonrası döneme ayrılmıştır ve Japon dış politikasının geçirdiği-geçirmekte olduğu değişimi analiz edecektir.
1600’lerin başından 19.yüzyılın yarısına kadar kendini dış dünyadan izole eden Japonya, 1850’lerde başta Amerika’nın ve diğer Batılı devletlerin zorlamalarıyla izolasyonu kaldırıp uluslararası ilişkilere dâhil olmaya başlamıştır. Batı müdahalesinin artmaya başladığı bu dönemde, Meiji’nin imparator olarak başa geçmesi ve feodal düzeni yıkıp ülkede geniş çaplı bir modernleşme sürecini başlatması Japonya için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Politik, ekonomik ve sosyal alanlarda birçok reform, Meiji döneminde (1868–1912) Japonya’yı feodal bir toplumdan modern bir topluma dönüştürmüştür.
İmparator Meiji’nin “zengin ülke, güçlü ordu” (fukoku kyôhei-富国強兵) sloganında özetlenen amaçlar, 20. yüzyıla gelindiğinde gerçekleştirilmiştir. Böylelikle kısa sürede kalkınan Japonya, 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde Batılı devletlerinkiyle kıyaslanacak kadar güçlenmiş ordusuyla zaferler kazanıp sömürgeleri olan ve Asya-Pasifik’te büyük bir imparatorluk olma yolunda ilerleyen bir ülke halini almıştır. Japonya’nın sadece bölgesinde etkili olan sınırlı bir güç değil de Batı’ya kafa tutabilen bir uluslararası güç olduğu, Çin (1895) ve arkasından kazanılan Rusya savaşları (1905) ile netleşmiştir.
Avrupada Nazilerin ve İtalya’da faşistlerin güçlenmesiyle 1930larda tansiyon giderek yükselirken, 1937 yılında Çin’in işgal edilmesiyle bölgesindeki askeri gücünü tekrar gösteren Japonya; Çin, Kore, Güneydoğu Asya ile yetinmemeye başlayıp, ABD’nin çıkarları olduğu bölgede ABD ile çatışmayı göze aldığının sinyallerini vermiştir. Bölgesindeki Anglo-Amerikan etkisini bertaraf etmek isteyen Japonya, 1938’de bir “yeni düzen” ilan etmiştir.
Avrupa ülkeleri kendi aralarındaki savaşla meşgul iken, Çin’in Milletler Cemiyeti’nden yardım talebi sonuç vermemiş ve Japonya, 1940 yılında bugünkü Vietnam’ı ele geçirerek Almanya-İtalya ile Mihver ülkeler grubuna katılmıştır. Japonya’nın faşist rejimlerle birlik olması üzerine ABD petrol ve demir ithalatına ambargo uygulamaya başlamıştır. Her geçen gün demir ve petrol ihtiyacı artan Japonya, bu durumdan kurtulmak ve bölgesindeki ABD askeri gücünü etkisiz hale getirmek için 7 Aralık 1941 sabahında Pearl Harbour baskınını gerçekleştirmiştir. Japonya’nın bu iyi planlanmış baskındaki amacı, ABD ambargosu yüzünden ulaşamadığı demir ve petrol gibi ihtiyaçların, doğal kaynak açısından zengin olan Güneydoğu Asya’dan temin edilebilmesini sağlamak olmuştur. ABD’nin Pasifik donanmasını büyük zarara uğratan baskının hemen ardından İngiliz kolonileri olan Hong Kong, Singapur, Burma ve Filipinler Japonlar tarafından ele geçirilmiştir. Amerika’ya saldırarak Savaş’a katılan diğer yandan da ABD’yi Savaş’a girmeye zorlayan Japonya, 1942 yılı sonuna kadar cephede üstünlük sağlamıştır.
1942 yılında yapılan Midway ve Guadalcanal deniz savaşlarında ise Japon ilerlemesi durdurulmuştur. Bunun üzerine Japonlar, hammadde akışını devam ettirebilmek amacıyla Çin’i kuzeyden güneye inen bir şerit şeklinde işgal edebilmek için 1944 Nisan ayında harekete geçmiştir. Japonlar, denizlerdeki üstünlüklerini kaybettikleri için Endonezya ile karadan bağlantı kurmak istemişler ve 1944 sonuna doğru bu amaçlarına ulaşmışlardır. Asya kalesi olarak adlandırılan bu işgal şeridi, karada Japonlar açısından işlerin iyi gittiğine işaret olsa da, Amerika, Pasifik’teki birçok adayı işgal etmiş ve denizlerde üstünlük sağlamıştır. Stratejik açıdan önem taşıyan Okinawa ve Iwo Jima adaları, 1945 yılının Mayıs ayında ABD tarafından zapt edilirken, İngilizler ise Hindistan üzerinden harekete geçip Güneydoğu Asya’yı tekrar ele geçirmiştir. İşte böyle bir ortamda, savaşa son noktayı koyacak atom bombalarını kullanma kararının verileceği Potsdam Konferansı düzenlenmiştir.
Almanya’nın Savaş’tan çekilmesiyle Avrupa’da ortaya çıkan sorunları çözümlemek amacıyla, Müttefikler 17 Temmuz–2 Ağustos 1945 tarihleri arasında Berlin yakınlarındaki Potsdam’da bir araya gelmiştir. Avrupa’da savaş sonrası senaryoların da görüşüldüğü konferansta, Müttefikler, Birleşmiş Milletler’e uyumlu şekilde Japonya’nın koşulsuz teslimiyeti için gereken tüm ciddi ve planlı operasyonlara devam edeceklerini duyurmuşlardır. Konferansta alınan 13 maddelik kararların bazıları şu şekildedir:
- Biz Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, Çin Cumhuriyeti Ulusal Hükümet Başkanı ve İngiltere Başbakanı yüz milyonlarca insanımızı temsilen Japonya’ya bu savaşı bitirmek için bir fırsat verilmesi üzerinde anlaştık.
- Müttefik devletler, Japonya direnişi bırakıncaya kadar savaşı sürdürmeye devam edeceklerdir.
- Japonya’yı dünyayı fethetmek gibi bir amaçla kandıran ve yanlış yönetmiş olan otorite ve yetkililerin, elemine edilmesinin bir mecburiyet olduğuna inanmaktayız.
- Japonya’nın savaş yetkinliğinin ortadan kaktığı kesinleşinceye dek, Japon topraklarının işgali devam edecektir. Japon egemenliği Honshu, Hokkaido, Kyushu, Shikoku ve belirleyeceğimiz birkaç küçük ada ile sınırlandırılmalıdır.
- Japonların bir ırk olarak köleleştirilmelerine ya da bir millet olarak ortadan kaldırılmalarına karşıyız. Fakat tüm savaş suçlularına, savaş sırasında esirlere zalimce davrananlar da dâhil olmak üzere sert bir adalet uygulanacaktır. Japon Hükümeti, Japon halkının demokratik eğilimlerinin yeniden doğuşuna ya da güçlenmesine izin vermeyen tüm engelleri ortadan kaldırmalıdır. Konuşma özgürlüğü, din özgürlüğü, temel insan haklarına saygı gibi kavramlar oluşturulmalıdır.
- İşgalci Müttefik kuvvetler, tüm bu hedefler gerçekleştiğinde ve Japon halkının özgür iradesiyle seçilmiş barışçıl ve sorumluluk sahibi bir hükümet işbaşına geldiğinde işgal ettiği bölgelerden çekilecektir.
- Biz, Japon Hükümeti’ni, tüm Japon askerî güçlerini koşulsuz teslim olmaya ve bu teslimiyet kararının güvenilir olduğunu ilan etmeye çağırıyoruz. Japonya için bu durumun alternatifi kesin ve acımasız bir yok oluştur.
Görüldüğü gibi bir fırsat verileceği ifadesiyle başlayan kararlar, Müttefik kuvvetlerin beklenti ve şartları gerçekleşmediği takdirde Japonya’nın yok edileceğine dair bir kesin uyarı ile bitirilmiştir. Ancak, bu uyarı da Japon askerî kuvvetlerinin teslim olmalarına yetmemiştir. Nihayet, Amerikalılar 6 Ağustos’ta Hiroşima ve 9 Ağustos’ta Nagasaki’ye atılan atom bombalarıyla Japonlara teslim olmayı kabul ettirebilmişlerdir. Durumun ne kadar vahim olabileceğini gören Japon imparatoru Hirohito, Japonya İmparatorunun hak ve imtiyazlarına dokunulmamak kaydıyla teslim olacağını bildirmiştir. ABD bunu kabul etmiş ve II. Dünya Savaşı bu şekilde son bulmuştur.